dinsdag, december 19, 2006

TC ve KURTLER

Türk devleti herşeyini Kürt milletine düşmanlığa yatırmış ve her yerde kaybediyor. Türkler, Kürt milletine düşmanlık üzerine kurulu politikaları ile dünyadaki önemli gelişmelerin dışında kalıyorlar. Irak, İran ve Suriye’nin Tahran’da yapacakları toplantıya Türkler davetli değil. Türkler, Kürtlerin hak sahibi oldukları bir Irakı görmek istmedikleri için, Irak devlet başkanı Celal Talebani’yi, Kürt olduğu için, Türkiye’ye davet etmiyorlar ve bu da kendi tecritlerine neden oluyor. İran’da yapılacak toplantı, Talebani’nin insiyatifi ile yapılıyor ve Ortadoğu’daki önemli gelişmelerin ele alınacağı bir görüşme olacaktır.
Irak, İran ve Suriye’nin devlet başkanları Tahran’da toplanıyor. Bu toplantıda Ortadoğu’nun önemli problemleri konuşulacak. Problemlere çözüm bulunmazsa da, toplantının yapılması başlı başına önemlidir. Daha önce Türkler, İran ve Suriye ile birlikte toplantı yapıyordu. Irak devlet başaknı Celal Talebani insiyatif alarak Türkleri etkisizleştirdiği gibi İran ve Suriye’nin ABD ile normal bir diyalog ortamının oluşmasına yardımcı oluyor.
Türkler Ortadoğu’da istikrardan yana değil ve bölgeyi daha fazla istikrarsızlaştırmak için Kürdistan’ın güneyini işgal etme tehdit ve şantajını kullanıyor.
Soğuk Savaş psikozunu yaşayan Türkler, bölgenin değişimini görmüyorlar. Irak’ta meydana gelen terör olayları ile kendilerini kandırıyorlar, kafalarında oluşturduklarıı ‘büyük devlet’, ‘bölgesel güç’ hayalleri ile yaşıyorlar.
Kürt milleti ile anlaşmayan herhangi bir bölge devletinin önemli bir güç olması oldukça zordur. Bu tarihi olarak ta böyledir. Sadece birinci dünya savaşı sonrasında ve özellikle Soğuk Savaş döneminde, Kürt milletine düşmanlık ile dengeler sağlanmıştır. Türkler ise eskiye takılı kalmışlar. ‘ABD burdan gider ve biz o zaman işnizi görürüz’ ile uğraşıyorlar. Halbuki ABD gitmez ama gitse de Türklerin hareket alanı genişlemez tersine daralır.

AB Kemalist örgütlerin soysuzlaştırma projelerini finanse ediyor

DIYARBEKIR, 8/11 2006 — Avrupa Birliği Kürt milleti düşmanı kemalistlerin Kürtlere karşı projelerini finanse ediyor. Avrupa Birliğ Türkler’in politikası doğrultusunda, Kürt kadının Türkleştirilmesi poltikasını destekliyor. ‘Töre Cinayetleri’ Türkler’in projesidir ve Avrupa Birliği, Türklerin bu projesini hem Kürdistan’ın kuzeyinde finanse ediyor ve destek sağlıyor hem de Avrupa da yaşayan göçmen Kürt kadınlarına karşı Türklerin projesini uygulamaya koyuyor. Avrupa Birliği kemalist ÇEV’in (Çağdaş Eğitim Vakfi) Kürt milletini ortadan kaldırmaya yönelik projelerini destekliyor.
ÇEV, (ADD) Atatürkçü Düşünce Derneği’nin vakfıdır. Kemalsit emekli generaller yönetiyor. ADD’nin şimdiki başkanı eski jandarma genel komutanı Şener Eruygurdur. Aynı derneğe üye Yılmaz Dikbaş, ÇEV’in AB’den 700 000€ bağış aldığını söylüyor. ÇEV’in sitesinde de yazıldığı gibi, HAYATA BAKIŞ, projesi AB’nin parası ile finanse ediliyor.
HAYATA BAKIŞ projesi, Kürdistan’ın kuzeyinin 9 vilayetini (Ağri, Ardahan, Bingöl, Erzincan, Iğdir, Kars, Muş, Tunceli, Erzurum) hedef seçmiştir. Bu vilayetlerde yaşayan 13-19 yaş’larındaki gençler ve özellikle kızlar hedef seçilmiştir. Bu projenin tek amacı Kürt gençlerini Türkleştirmektir. Eğtim adı altında onları ailelerinden koparmak, devşirmek ve yeniçerileştirmektir.
Türk eğitimi Türkçe öğretme eğitimidir, aptallaştırma amaçlıdır. Türk üniversiteleri dünyada sıralamaya giremeyecek kadar düşük seviyelidir. Türk liselerinden mezun olan öğrenciler hiçbirşey öğrenemiyor ve dershanelere orta okuldan başlamak zorunda kalıyor. Yani çağdaş eğitim, Türkleştirmek ve çağdaş aptallaştırmak amaçlıdır.
Türk medyasının ’Töre Cinayetleri’ adı altında Kürt milletine karşı geliştirdiği psikolojik savaş, ADD ve benzeri örgütlere yeniçeri sağlama amaçlıdır.
Kürdistan toplumunu dejenere etme ve aile mefhumunu ortadan kaldırma amaçlı ’Töre Cinayeti’ projesinin diğer bir amacı da, Kürt nüfusunun azaltılmasıdır. ÇEV bu çerçevede ’eğitim’ adı altında faaliyet sürdürüyor.
Kemalistlerin insan sevgisinden mahrum oldukları biliniyor. Onlar için çağdaşlık sadece bireysel ve örgüt çıkarlarıdır. Bunların medeniyet ve ilim düşmanı oldukları biliniyor. Ortadoğuda demokrasi’nin gelişmesini engelleyen temel güçlerden bir tanesi Türk devleti ve devleti fiilen yöneten kemalistlerdir. Ortadoğu teröristlerini eğiten, onlara parasal ve lojistik destek sağlayan bu güçlerdir. El-Kaide, Hizbullah, El-Ensar ve diğer terör örgütleri ile yakından bağları vardır. Madrid, London, İstanbul ve Irak’taki terör olaylarını bu güçler gerçekleştirdi ve Irak’taki terörün birinci dereceden destekçileri bunlardır.
Bunlar NATO’dan aldıkları silahlar ile Kürt baba ve anneleri öldürdüler, şimdi de AB ve BM’den aldıkları para ile çocuklarını soysuzlaştırıyorlar.

KURDISTANDA SON DURUM -2

Mewla Benavî
Irak — dış-kuvvetler bağlamında al-ver:Irak’a ilgi duyan güçler çoktur, ama etkili olan güçler sınırlıdır. ABD ve müttefikleri, AB, İran, Suudi Arabistan, Kürtler, Haliç ülkeleri, Türkler (Türkler’in esas olaral Irak’a ilgileri yok sadece Kürdistndan dolayı ilgi duyuyorlar ama Irak’ta etkileri oldukça sınırlıdır), Suriye ve Ürdün’den söz etmek mümkün.
ABD’nin Kürtleri ’satması’ için her şeyden önce karşıt bir tarafın olması gerekli. Yani ABD’yi pazarlığa zorlamış bir gücün olması gerekli ve ABD Kürtlere karşılık daha önemli bir şey kazanmış olmalı. Halihazır, ABD’yi zorlayacak tek bir devlet yok ve kendisini pazarlığa aday gören bir ülke de yoktur. Onun için de eğer bir pazarlık olacaksa teörirstler ile olmalı ve teröristler de homojen bir gurup değil.
O halde teorik olarak ABD terörü destekleyen devletler ile bir pazarlığa oturabilir demek mümkün. O zaman da daha büyük sorunlar ortaya çıkıyor. Çünkü terörü destekleyen devletler’in hepsinin amacı aynı değil ve Kürtlerin kırılmasını talep eden bit tek tane devlet var. Yani Türk devleti. İran Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan ve diğer aktörler, kendi stretejik çıkarları gereği, Kürtlerin kırılmasından yana olmazlar.
ABD’nin İran ile son birkaç aydır, Irak konusunda anlaşmaya çalışması Kürdistan üzerine değil. ABD, İran’ın nüfuzunu kullanarak Irak’lı Şiileri sınrılama ve Sunniler için normal bir pozisyon bulmaya çalışıyor. İran, illerde Kürdistan üzerinden kendisine yönelebilecek hücumları engellemek için bir takım ’amacı belli’ isteklerde bulunabilir, ama ABD’nin öyle bir oyuna gelmesi oldukça zor görünüyor. Çünkü ABD ile dostluk artık iktidarın garantisi anlamına gelmeyecek ve gelecek yıllarda buna şahit olacağız.
Suudi Arabistan, Kuvveyt, Ürdün ve Suriye, güçlü bir Irak ve özellikle Şiilerin denetiminde güçlü bir Irak görmek istemedikleri için Kürtler’in kırılmasına taraftar olmazlar. AB içerisindeki ’Eski Avrupa’ ABD’nin politikasına karşı olmasına rağmen, Kürtlerin kırılmasına taraftar değli. Hakeza Rusya—Tayyip Erdoğan geçen yıl Rusya devlet başkanı Vladimir Putin ile yaptığı görüşmelerde Rusya’ya rüşvet vaderek ikna etmğe çalıştı, ama Rusya kulak asmadı— ve Çin de buna taraftar değil.
Geriye Türkler kalıyor. Türkler’in talebi de reel olmadığı gibi tamamen Irak’ın istikrarsızlaştırmasını amaçlıyor. Türkler’in istediği Irak’ta istikrar değil, istikrarsızlıktır. Türkler ABD’nin İran ve Suriye ile anlaşmasını istemediği gibi, kendisine karşı yapılmış bir hareket olarak algılar. Esaında Türkler’in Irak konusunda bir politikası yok. Evet Türkler’in hayalleri vardır ama ’kemalist üniter devlet’in kurunmasına yönelik hiçbir politika gerçekçi ve geçerli değil, politika değil. Bugün Tükler’in dünyada anlaşabileceği tek bir tane devlet yok. Buna ’Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’ de dahildir. Türkler; Allahtan yeni bir ’Soğuk Savaş’ istiyorlar. Yani ’science fiction’ filmlerindeki gibi zamanı geri sarmak ve 1980-88 yıllarına gitmek ve orda da zamanı durdurmak istiyorlar. Sadece böyle bir ’olay’ belki Türkleri biraz rahatlatır. Bunun dışında hiçbir şey Türkleri rahatlatmaz.
Türkler somut olarak Irak’ta etkili olamazlar. Türkler’in Irak’ta en çok etkili oldukları zaman, ’Felluce Şehitleri’ öncesine kadardır. Türkler Felluce de yenildiler, adamları imha edildi ve kalan güçlerinin önemli kısmı kaçtı. Terör’ün son bulması ise Türkler’in Irak üzerindeki etkisini bitirir. Onun için de, Türkler her durumda terörü ve istikrarsızlığı destekliyor. Fakat bu olanakları da oldukça kısıtlıdır ve Irak bağlamında, ABD ile pazarlık yapacak bir güç değildir. Çünkü Türklerin Irak’ta terörün durdurulması konusunda ABD’ye vercekleri önemli bir şey yok. Türkler kendi teröristlerini durdursa bile, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan ve İran detsekli terörün son bulması konusunda etkili olamazlar.
Türkler’in diğer bir ’kozları’ da Kürdistan’ın güneyini işgal etme tehdidi ile pazarlığa girmeğe çalışmasıdır. Tehdit kaldığı sürece önemli bir etkisi olmaz. Fakat Türkler içerisinde bu fikre taraftar olan askeri-sivil eğilimler vardır. Bunlar’ın kendi isteklerini pratiğe uygulamaları oldukça zor görünüyor ve Türk ordusnun komuta kademesi bu konuda hemfikir değil, Türk hükümet yetkilileri de böyle bir adımın Türkiyenin parçalanmasına neden olabileceğini düşünüyor. Türk elit takımı yoğun bir bunalım içerisindedir ve devleti idare eden güçler birbiri ile çatışmalı durumdadır. Her halükarda Kürdistan’ın güneyinin işgali, Ortadoğu’da krizi daha da derinleştirir ve Türkleri pazarlıkta taraf olmaktan çıkarır.
Irak’a komşu olan hiçbir devlet’te buna razı olmaz ve Türkler Kürdistan’ın güneyine girerlerse İran da Irak’ın güneyine girebilir, Suriye de kendi hizasından Irak’ta daha aktif olmak zorunda olacak ve diğer Arap ülkeleri de Türklere açık tutum almak zorunda kalacaklar. AB ve Rusya müdahale etmek zorunda kalacak. Yani Türkler’in dengeleri bozucu ve istikrarı derinleştirici adım atma yetkileri yoktur. Sadece Kürdistan’ın güneyinde değil kuzeyinde de bu yetkileri yoktur.
Türkler ’pislik’ politikasını sadece Kürtler karşı değil, AB ve ABD’ye karşı da kullanıyor. AB’nin kendilerinden Kıbrıs, insan hakları ve reformlar ile ilgili isteklerine karşı, ’bizi zorlarsanız askeri inqilab yaparız, şiddet taraftarı güçleri iktidara getiririz, çeteleri serbest bırakırız, Kürtler’i katliama tabi tutarız’ diyorlar. Oysa Türkiye askeri bir dikta rejimi tarafından yönetiliyor. Bu Türk devleti’nin kuruluşundan bgüne kadar böyledir. Asker, devleti bazen demokrasi adı altında yönetmiş, bazen ’seçimle’ gelmiş ve bazen de resmi kimliği ile yönetmiştir. Öyle görünüyorki Türklerin pislik politikası ve şantajları da artık para etmez. Türk askeri artık sahte kimlik ile iş yapamaz. Ne yapacaksa kendi kimliği ile yapmak zorunda ve bu da asker’in manevra alanını, hem içte hem de dışta daraltıyor.
Sonuç olarak; ABD ile Irak’ta terörü durdurma pazarlığına girebilecek bir tek tane devlet yok, birden fazla devlet ile anlaşma’nın da terörü durduracağı kesin değil. Ama birden fazla devletin anlaşmasının, Kürt’lerin kırılması pazarlığı olması ihtimal dahilinde değil. ABD Ortadoğu’da tümden ve hepten bir yenilgiyi kabul etmediği sürece Kürtlerin kırılmasına taraf olmamalı, çünkü kendi çıkarına ters düşer. Türkler’in ise kendi hayallerini gerçekleştirmesi hiçbir şekilde mümkün görünmüyor.

KURDISTANDA SON DURUM -1

Mewla Benavî
Düşmanlarımıza inanırsak, ABD bizi satmış veya satmak üzere. Enformasyon kanallarının bu derece açık olduğu bir dünyada düşmanlarımız yerine, kendimize inanırsak daha doğru yapmış olmaz mıyız? Her satışta bir al-ver olayı vardır. Peki şimdi ABD Kürtleri satarsa karşılığında ne alacak? Eğer düşmanlarımızın bir kısmının söylediği doğruysa, zaten bir al-ver de söz konus değil. ABD müttefikleri ile birlikte, Batı alemi, bir bütün olarak yenilmiş bulunuyor. Yani bir al-ver’den ziyade bir yenilgi söz konusu ve yenilmiş taraf ile pazarlık yapılmaz.
”Bizim Türkler” son 10-15 yıl bizi; ’ABD sizi satar’a inandırmaya çalıştı. Niyetlerinin ne olduğunu biliyoruz. Bizim ile ilgili zerre pozitif düşünmediklerini de biliyoruz. Ama farzedelim ki onlar bize dost oldukları için bizi gerçeği görmeğe davet ediyorlar. Peki gerçekten ’dostlarımız’ durumu objektif görüyor mu? Görseler de bize durumu olduğu gibi anlatıyor mu?
O zaman durum nedir?
Ortadoğu problemleri bol olan bir bölgedir. Her devlet ve millettin kendisine göre problemleri vardır. Ama ABD’nin odaklandığı yer ve problem dünya problemi haline geliyor. Bu bizim ve düşmanlarımızın iradesi dışında bir vakaadır. Mevcut durumda, Ortadoğu’da, ABD’nin odaklandığı iki önemli problem vardır. Her iki problem de ABD’nin direk karıştığı problemlerdir.
Durum: Ortadoğu ’Soğuk Savaş’ dengeleri ile idare edilir olmaktan çıkmıştı. ABD Ortadoğu’ya demokrasinin gelmesi gerektiğini söyledi ve Ortadoğu’nun değişimini tek başına başlatacağını söyledi. Yani ’Soğuk Savaş’ dönemi müttefikleri ile birlikte hareket etmeyeceğini beyan etti. Uniliteral politika denilen şey, ABD’nin kendi başına kara vermesi ve kararı kendi gücü ve seçtiği müttefikleri ile birlikte uygulamasıdır.
İlk iş olarak Saddam rejimini, zincirin en zayıf halkasıydı, silahla yıktı. Saddam’ın ordusu dağıldı, Saddam yakalandı ve Irak devleti yok oldu.
Ortadoğu’da güçlü bir devlet olan İran boşluktan yararlanarak, ’kendisini koruma’ amacı ile nükleer silah elde etmeği hızlandırdı ve Ortadoğuya demokrasinin gelişinin kendisi için zararlı olduğunu düşündü. Onun için de, kendisini Suriye rejimine de siper etti, ediyor.
İran’ın nükleer silahları üretmeğe yaklaşması ve Irak’ta ’istikrarın’ gecikmesi ABD’yi pratik olarak zorluyor.
Yani esas olarak iki problem’den söz etmek mümkün: 1- Irak’ta istikrar 2- İran’ın nükleer silah elde etmesinin engellenmesi veya İran’ın sağlamlaştırılması.
Bu arada Ortadoğu’daki sorunları ve çözümlerini kapsayan Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesi ve ABD’nin dünya liderliğini bir kenara bırakızyoruz. Halbuki ne ABD dünya liderliğinden vazgeçmiş bulunuyor ne de Oratdoğu’nun demokratikleştirilmesi iptal edilmiştir. Ama biz sadece durumu idare edilebilir bir şekilde muhafaza etmenin koşullarını arıyoruz ve Kürtler’in ’kırılmasının’ bunu sağlayıp sağlamayacağına bakıyoruz.
IrakOrtadoğu problemleri ’Soğuk Savaş’ ile bastırılmıştı, ama hiçbir problem çözülmemişti. ’Soğuk Savaş’ hiçbir problemi çözemedi, sadece problemleri erteletti, üzerini örttü.
Irak—Türkiye, İran, Suriye, Lübnan ve başka ülkeler de problemli kuruldular—problemli olarak kuruldu ve Saddam bütün dünyanın desteği ile problemleri ortadan kaldırmaya çalıştı ama muvvafak olamadı. ABD’nin, yeni konsepte göre, Ortadoğuya yerleşmesi, varolan problemlerin bastırılmış olmaktan çıkmasına neden oldu. Bu özellikle Şiiler için geçerlidir ve Şiiler Irak’ta artık Sunnilerin eski türden hakimiyetini kabul etmez.
Saddam sonrası Irak’ta, Arap nüfüsunun çoğunlığunu oluşturan Şii’ler iktidarda daha büyük pay sahibi oldular ve Sunniler Saddam rejiminin yıkılması sonucu iktidarlarını yitirdiler. Kürtler ise Şii ve Sunnilere nazaren daha hazırlıklıydılar. Kürtler’in asırlık mücadelesi ve yarım asırlık örgütleri vardı ve kendi bölgelerini, ABD’nin yardımı ile sağlama alabildiler. Kürdistan, Irak’ın diğer bölgelerine göre daha istikrarlı, daha müreffeh ve terörden uzak bir bölge oldu.
Irak’ta Şiiler ile Sunniler arasında, adı konulmamış, bir savaş sürüyor. Sunniler; ’amacı belli olmayan’ bir savaş sürdürüryor. Kah Türk’lerin, kah, Suudi’lerin, kah Suriye’nin ve bazen de kimsenin olmayan savaşını veriyorlar. Şiiler de sadece geleneksel Şii bölgeleri değil, özellikle Bağdat ve güneyine hakim olmaya çalışıyorlar.
İranİran İslam devrimi sonrası, ABD ile bağları kopuk bir devlettir. Ortadoğu ’Soğuk Savaş’ konseptine göre yönetildiği zaman, İran rejimi tehlikede değildi. Her ne kadar ABD ile arası iyi olmazsa da, Cumhuri İslami için hayat koşulları mevcuttu. Ama ABD’nin uygulamaya koyduğu yeni konsepte göre İran rejiminin yaşama şansı yok. İran rejiminin ne istediği tam bilinmemekle birlikte, İran devletini değil, Cumhuri İslami rejimini koruyucu bir politika izliyor.
İran’ın nükleer teknik ve nükleer silah elde etme çabası, ABD’yi ve hatta Avrupa Birliğini zamanından önce davranmaya mecbur ediyor. Yani henüz ’Irak işi’ belki ’Suriye işi’ hal olmadan İran ile uğraşmak zorunluluğu doğuyor. Bu koşulları oluşturan da İran’ın mevcut rejimidir. Iran’ı Suriye rejimine siper eden bu rejimdir, Lübnan’da problem yaratan bu rejimdir, Irak’ta nüfuz peşinde olan bu rejimdir.
ABD, İran’ın nükleer silah sahibi olmasının, kendi güvenliğini ve başta İsrail olmak üzere diğer müttefiklerinin güvenliği için tehlikeli olacağı kanaatine sahip ve İran’ın nükleer silah sahibi olmasını engellemeği hedef olarak seçmiştir.
İşte düşmanlarımız bu koşullarda ve bu problemlerden dolayı ’ABD sizi satar’ diyorlar. Daha doğrusu, şimdi bu argümanlar ile iddialarını dillendiriyorlar. Oysa Irak savaş’ı öncesinde de bizi, başka argümanlara dayanarak ’ABD sizi satar’a inandırmaya çalışıyorlardı.
Şimdi bu gelişmeler işiğında, ABD’nin ’Kürtleri satması’nın ABD ve bölgenin diğer devletlerine ne getirip ne götüreceğine bakalım.
Irak iç-kuvvetleri bağlamında al-ver
Teorik olarak Kürtler’i Irakta’ki terörü durdurmak için, Sunni veya Şiilere ’satmak’ olasılığını düşünmek mümkün.
Ama biliyoruz ki, Irak’ta teröre neden olan Kürdistan’ın durumu değil. Kürtler tümden yok olsa da Şii ve Sunniler arasındaki hakimiyet mücadelesi bitmez. Kürdistan tümden Sunnilere teslim edilse de Irak’taki şiddet ve terör bitmez. Yani Irak’taki ’iç-kuvvetler’in mücadelesi, Kürdistan içün ve Kürdistan üzerine değil.
Ötesi de var. Ötesi ise; bugün dahi eğer bir Irak var ise, Kürtler’in parçalanmış bir Irak yerine federal bir Irak’ı tercih etmiş olmalarıdır. Kürdistan’ın istikrarsızlaştırılması hiçbir şekilde Irak’ın diğer bölgelerinin istikrarına yardımcı olmaz. Terisne Irak’ın ve Ortadoğunun daha da istikrarsızlaşmasına neden olur.
Irak’ın tekrar ’Saddam’ın Irak’ı olması ise hiç mümkün değil ve sanırım izah etmeğe de gerek yok. Yani ne Kürtler ve Şiiler yok olup gider ve ne de Sunni egemenliğini eskisi gibi tesis etmek mümkündür. Bunu isteğen hiçbir devlet ve millet olmadığı gibi, bunu gerçekleştirecek güç te mevcut değil.
Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Şii’lerin bütün Irak’a hakim olması ise sadece Arap ülkelerini değil, Türkleri, Avrupalıları ve hatta İran’a korkunç rüya gördürecek cinstendir. Onun için de Şiilerin Kürdistan ve İrak’a hakim olması mümkün değil.
Irak iç-güçleri bütün dünya için önemli olan ve dünyanın büyük kuvvetlerinin ’oyun alanında’ kendi başlarına oynaması mümkün değil ve hiçbir zaman da mümkün olmamıştır. Bu kendilerini ’Bölgesel Güç’ görenler için de geçerlidir.
O zaman şöyle söyleyebiliriz:
Bu sefer sorun çok büyüktür. Kürtler’in feda edilmesi esas aktörlere bir şey kazandırmaz, tersine kaybettirir. Kürtler’in feda edilmesi Irak’ın hiçbir sorununu çözmez, tersine sorunları ağırlaştırır. Kürtler; Irak’ın önemli bir iç-kuvveti olarak başka iç-kuvvetlere teslim edilmeyecek kadar büyük ve kiymetlidir. Sorun bu sefer o kadar büyük ki ’parçanın bütüne feda edilmesi’ işe yaramıyor.

'Zübeyde çocukları’ töremize küfür ediyor

Mewla Benavî
Türkiye denilen kemalist diktatörlüğün töresiz ve soysuz olduğu biliniyordu. Ama son zamanlarda sanki bunlar’da bir artış oldu ve artık açık açık törelerimize küfür etmeğe başladılar. Televizyon, radyo ve gazeteler’de utanmadan arz-ı endam etmeğe başladılar. İslami cenaha mensup kimi kişiler de kervana katıldı ve törelerimize saldırmaya başladılar. Kemalist pis kalıplara göre, düşünmeden konuşmak, dışında hiçbir özelliği olmayan cühela sürüsü pervasızlıklarını eyan beyan bağırıyor. Töresizlerin tek derdi Kürt milletidir, Kürt milletine saldırıyorlar.
Türk devleti sürekli ve sistematik olarak Kürt milletine karşı çok yönlü bir savaş sürdürüyor. Aptallaştırıcı medyaları aracılığı ile Kürt olan, insan ve insani olan herşeye saldırıyorlar. Cühela sürüsü düşünce kabiliyetini yitirdiği için de yaptığı işin sonucunu hesaplayamaz ve kendi çocukları için ne tür bir sonuç doğuracağını da düşünmez. Daha doğrusu çocukları umurlarında değil.Cahil medya şeflerinden bir tanesi kendisi ve çocukları için şöyle yazıyordu:
[Aslında benim ve ailemin asıl soyadı "Özkök" değil.
Gerçek soyadımız "Rodop".
Nitekim rahmetli dedem, babaannem ve amcam "Rodop" soyadını taşıyordu.
Babam 1920'li yılların sonuna doğru Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelebilmek için eniştemin soyadı olan "Özkök"ü almış.
Annesi, babası, kardeşleri Bulgaristan'da kalmış, o ise 9 yaşındayken eniştesiyle birlikte Türkiye'ye gelip bir matbaada çırak olarak çalışmaya başlamış.
Anlayacağınız, hayatımla birlikte soyadımın da bitmesi, aslına bakarsanız benim için çok fazla bir şey ifade etmiyor.]
Etmez tabii. Şarap içmek varken bu tür gereksiz şeylerin önemi mi olur.
[Zaten yazı bittiğinde de karıma dönüp, "Tansu" diye seslendim.
"Bir kadeh şarap içelim mi?.."]
Medya şefinin söyledikleri sadece bu kadar değil, ama bu kadarı onun ne olduğu ve ne demek istedğini anlamak için yeterlidir.
Şimdi töresiz takımının nasıl işlediğine bakalım.
Bir adam rastgele cinsel organını bir yere sokuyor ve bunun sonucunda çocuklar meydana geliyor. Erkek ve dişiler’in rastgele ve bazen seksüel ihtiyaçlarını gidermek için sokuşmaları sonucu meydana gelen çocuklara, kariyerleri gereği ve istemeyerek bakmak zorunda kalıyorlar. Sihirli rakam 18 gerçekleştiği zaman da, mecburi sorumluluk bitiyor. Ne çocuklar’ın soyadları (Türk devletinin insanlara zorla verdiği ‘soyadı’nın hiçbir değeri yok, kasıt kişilik, töre ve gelenektir, aidiyettir), ne çocuların geleceği ve ne de çocuklar’ın yapacakları umurlarında değil. Eh bir de ‘çocuklar okul okuyup iş-güç sahibi olurlarsa’ artık görev eksisz yerine getirilmiş sayılıyor. İşte töresizlik böyle işliyor ve töresizlerin bağlı oldukları maddi olmayan hiçbir değer yoktur.
İnsana benzeyen yaratıklar bu hale geldikleri zaman da artık odundurlar ve hiçbir değerleri yoktur.
Bizde ise töre önemlidir. Bizde bireyin cinsel yaşamı, toplumumun cinsel yaşam kurallarına bağlanmıştır. Töremize göre aile müessesesi oldukça önemlidir ve bireysel sorumluluk sınırlarında değerlendirilmiyor. Toplumumuz örgütlüdür. Bizde birey; aile, kabile, aşiret ve aşiretler konfederasyonu hiyerarşisi içrisinde önemlidir. Dolayısıyla birey sadece kendisinden sorumlu olmadığı gibi başka kurum ve kuruluşları da hesaba katmak zorundadır. Birey sadece örgütsel hiyerrarşi içerisinde etkili olabilir. İşte Türklerin töremizi tehlikeli görmelerinin esas nedeni budur. Örgütlerimizi çözmeğe ve toplumumuzu dejenere edebilmek için törelerimize saldırıyorlar, bizi savunmasız bırakmak istiyorlar.
Töremize göre çocuklarımız ile ilgilenmemiz gerekli ve bizim için sihirli rakam 18 geçerli değil. 18 öncesi önemli olduğu kadar, sonrası da önemlidir. Töremize göre kız alıp vermek önemlidir ve kız alıp vermenin asırları aşan etkisi vardır. Biz dedelerimizin dedelerinin dayılarını tanıyoruz onlara dayı diyoruz. Dayı ve yeğen olamanın hukuki gereklerini yerine getirmek kültürümüzün önemli bir parçasıdır.
Töremize göre çocuklarımız sadece biz yaşadığımız zaman değil, ölümümüzden sonra da önemlidir. Yani baba ve anneler topluma yararlı çocuk yetişrmeği, geleneklerimize saygılı ve onları uygulayan çocuklar yetiştirmeği toplumsal görev bilirler. Onun için de erkek ve kız çocuklarımızın kiminle evleneceği önemlidir. Bu o kadar önemlidir ki sadece biryesel bir seçim ve sorumluluk değildir. Ulusal kültürümüz, aşiretimizin, akrabalarımızın, baba ve annelerimizin, kardeşlerimizin bu konuda hak ve sorumlulukları vardır.
Şimdi töresizler çıkıp bireyin özgürlüğünden, zorla evliliklerden, başlıktan ve çokeşlilikten söz edecekler. Bütün marifetleri kölelik olan ve güçlü olana ‘don indiren’ takımın bu konuda konuşma hakkı yoktur.
Bunlar, Avrupai zannetiği, ya da modern saydığı kemalist soysuzluğu mutlak gerçek kabul eder. Kafası başka türlü işlemez.
Oysa cinsel yaşam, insanlık ile brlikte kurallara bağlanmıştır. Bunun özel bir din ile ilgisi yok. Sadece İslam Dini bu konuda kaidelere sahip değil. İslam öncesi bütün dinler de bu konuyu aşağı yukarı aynı şeklide kurallara bağlamıştır. Yani dinler, insani bir sorun olan bu önemli konuda kural ve kaideleri formüle etmiştir.
Soysuz takımına göre başlık almak ‘kız stamak’tır. Peki Hindistan ve Pakistan’da kızın ailesi erkeğe başlık ödüyor. O zaman Hintliler kendi oğullarını mı satmış oluyor?
Referanslarında sadece para olanlar, kendi kızını zengin birine vermek için herşeye katlanan ve herşeyi kabul edenler, törelerimize küfür ediyorlar. Tabii ki bunlardan başlığın hikmetini anlamalarını beklemiyoruz. Ama susmaları gerektiğini de onlara bildirmek zorundayız ve susmalılar.
Kürdistan’da ve Kürtlere karşı uygulanan nedir?
Türk devlet’inin resmi ve fiili politikası, Kürt milletini parçalamak ve savunma sistemlerini ortadan kaldırmaktır. Töre; Kürt milleti’nin önemli savunma müesseslerinden bir tanesidir. Türk devletinin denetiminde, Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde ve Kürdistan’da fuhuş geliştiriliyor. Türk polisi ve askerinin yanında fuhuş ve uyuşturucu kullanımını yaygınlaştırcı özel birimler— Merak edenler, Ahmet Sümbül’ün Güneydoğu’da Fuhuş adlı kiatbına bakabilir—kurulmuştur. Kürdistan’da gelişen ahlaksızlığın, hırsızlığın, fuhuşun esas nedeni, Türk devlet’inin sistematik ve hedefe yönelik politikasıdır. Ahlaksızlık, Türk devletinin silahlı güçlerinin kontrolünde ve denetiminde geliştiriliyor. İki kişinin biraraya gelemediği dönemlerde de uyuşturucu ve fuhuş için, şehir ve kasabaların içinde ve dışında ‘denetimsiz’ mekanlar vardı, vardır.
Türk politikacıları ve şirketleri, Türk medyası ve ünversiteleri, Türk devletinin bütün kurum ve kuruluşları Kürtlere karşı bilinçli ve yoğun bir mücadele içerisindedir. Kürt toplumunu parçalamak ve soysuzlaştırmak için, yani kendilerine benzetmek için okul açıyorlar, konferans veriyorlar, para veriyorlar, tehdit ediyorlar, öldürüyorlar.
Kürt milleti de buna karşı durmaya çalışıyor ve kendisini savunuyor. Bu savunma’nın şiddet ile mi, yoksa başka metodlar ile mi yapıldığının önemi yok. Ama bir millet olarak kendimizi savunmak zorundayız. Bu savunmadan bazen bize ait olanlar zarar görse de kendimizi savunmak zorundayız.
Türk kurumları suçludur, katildir ve çirkindirler. Söylediklerinin hiçbir değeri yok. Amaçlarını biliyoruz. Giydikleri ‘bireğin özgürlüğü’ kılıfının altındaki vehaşetlerini biliyoruz. Bunlar özgür olan her şeye karşıdırlar. Hedeflerinin merkezinde Kürt milletini ortadan kaldırmak ve Türk devletini yaşatmak vardır. Yani kendi biryesel ve örgütsel çıkarları dışında hiçbir amaçları yoktur. Bunlar ‘damızlıkçı’lardır, bunlar kızların bekaretlerini henüz çocuk’ken bozmayı önerenlerdir.
Başka bazıları da son zamanlarda, soysuzlara özenmeğe ve benzemeğe çalışıyor. Töre ile ilgili konuşuyor ve töresizleştirme ayinlerine katılıyorlar. Bunları da ‘zübeyde çocukları’ saflarında mı sayalım?