Türkiye’nin Kerkük Sorunu!
Kemal Burkay
Yeni Irak Anayasası’na göre önümüzdeki yıl Kerkük’ün durumu netleşecek. Yapılacak referandumla Kerkük halkının eğilimi, Kürdistan Federe Bölgesi içinde yer almak isteyip istemediği belirlenecek.
Kerkük eski bir Kürt kenti, aynen Dıhok, Süleymaniye ve Erbil gibi. Ancak zengin bir petrol bölgesi olması Kerkük'ün önemini arttırıyor. Bu yüzden, 1970 yılında Bağdat hükümeti ile Kürtler arasında Kürdistan’a otonomi tanınması konusunda anlaşma yapıldığı zaman Kerkük yine tartışmalıydı. O zaman da Kerkük’ün statüsü, nüfus sayımı yapıldıktan sonra belirlenecek denmişti. Ancak Saddam bu sayımı yapmaktan kaçındı. Üstelik Kerkük’ün nüfus yapısını değiştirmek için yoğun baskılara başvurdu. Bölgeye Kerkük dışından önemli bir Arap nüfus getirilip yerleştirildi. Baskılarla Kürtler göçe zorlandı. Kalanlara ev ve arsa satın alma, hatta yıkılan evlerini onarma izni bile verilmedi. 1970 anlaşmasının hayata geçmemesinde Kerkük’ün durumu önemli bir rol oynadı.
1975 yılında savaş yeniden başladıktan sonra ise Kerkük bölgesindeki Kürt nüfusa yönelik göçertme politikası ağırlaşarak devam etti. Ayrıca Kerkük'e bağlı ve nüfusu Kürt olan bazı ilçeler ondan ayrılarak Süleymaniye, Diyala gibi illere bağlandı.
Saddam rejimi devrildikten sonra Irak yeniden yapılanırken Kerkük’ün durumu da doğal olarak gündeme geldi. Kürtler yaraların sarılmasını, zorla göçertilen Kürtlere kente geri dönüş olanağı sağlanmasını, kentin nüfus yapısını bozmak için son yıllarda başka bölgelerden getirilip Kerkük’e yerleştirilmiş olan Arapların da eski yerlerine dönmesini ve Kerkük’ten ayrılmış ilçelerin yeniden bağlanmasını istediler. Bu istem yeni parlamento ve hükümet tarafından kabul edildi. Bunun ardından yörenin Kürdistan bölgesine dahil olup olmamasını belirlemek için de Kerkük´te halk oylaması yapılması benimsendi. Bu çözüm yöntemi hem geçici anayasada, hem de tüm Irak kapsamında halk oyuna sunulup benimsenen yeni anayasada yer aldı.
Irak halkı hem seçilmiş organları, parlamentosu ve hükümeti, hem de bizzat, anayasaya verdiği evet oyu ile bu çözümü benimsemişken, Irak’ın bazı komşuları, özellikle de Türk rejimi bundan son derece rahatsız ve süreci engellemek için hala çaba gösteriyor, onunla da kalmayıp tehditler savuruyor.
Besbelli kimse Türkiye’ye Irak’ın kahyalığı veya bölge jandarmalığı rolü vemiş değil. Türkiye’nin Irak veya başka bir ülkenin içişlerine karışma hakkı yok. Ama Türkiye epeyce bir zamandır ki bu hakkı kendisinde görüyor. Irak’ın “birlik ve bütünlüğünü”, Türkmen “sorununu” ve Kerkük’ün statüsünü de buna gerekçe yapıyor.
Türkiye özellikle İkinci Körfez Savaşı’nın, yani Saddam rejiminin devrilmesinin ardından Irak’ın birliği sorununu dış politika gündeminin başına koydu. Oysa Irak’ta hiçbir etnik grup, 1991’den beri Güney Kürdistan’da fiilen bağımsız bir devlet kurmuş olan Kürtler dahil, Irak’ı bölme peşinde değil. Aslında ayrılıp kendi bağımsız devletlerini kursalar da, her ulus gibi bu onların hakkı. Şii ve Sunni Araplar da, terörist grupların tüm kışkırtmalarına rağmen, şu anda ayrılma yönünde bir eğilim içinde değiller. Kürtler de gerçekçi davranıyor, bölge ve dünya koşullarını göz önünde tutuyorlar. Kürtler, varılan uzlaşma sonucu, ulusal haklarını elde ederek federal bir biçim altında birlikte yaşamayı seçtiler.
Ne var ki Türkiye bunu da istemiyor. Federal ya da otonom, Kürtlerin hiçbir biçimde özgür olmasından yana değil! Hatta Kürt okullarına, üniversitesine, televizyonuna bile karşı! Bunu başaramayınca ise, bu sevdadan tümüyle vazgeçmemekle birlikte, bu kez Türkmen kartını kullanmaya ve bir “Kerkük sorunu” yaratmaya çalışıyor.
Birinci Körfez Savaşı’na kadar, yani ortada özerk bir Kürt yönetimi filan yokken, Türkiye’nin bir Türkmen sorunu yoktu. Peki Irak Türkmenleri o zaman, Bağdat yönetimi, özellikle de Saddam’ın hunhar rejimi altında çok mu rahat, memnun ve özgürdüler? Besbelli değil. Ne okulları ve özgür medyaları, ne siyasi partileri ve dernekleri vardı. Üstelik, Kürtlerin yüz yüze kaldıkları ağır baskılardan onlar da paylarını aldılar. Buna rağmen Türkiye onların durumunu hiç gündeme getirmedi. Belli ki önemsemedi. Ama bundan da çok, Kürtlere karşı bir savaş yürütmekte olan Bağdat yönetimine sorunlar çıkarmak istemedi. Aksine Türkmenlerin Kürt direnişinden uzak durmaları, hatta Bağdat hükümetine destek vermeleri için çaba gösterdi. Ne zaman ki Kürdistan’da özerk bir yönetim oluştu, hele hele Saddam rejimi yıkılıp Irak’ta federal ve demokratik yeni bir siyasi yapılanma başladı, Türk rejimi o zaman Türkmenleri hatırladı ve bu konuda kazan kaynatmaya başladı. Bir yandan “Türkmen Cephesi” gibi uyduları eliyle Türkmenleri Kürtlere karşı örgütleyip kışkırtırken, diğer yandan da Irak’taki terör kazanının altına kendi payına odunlar atmaya başladı..
Oysa Türkmenler ilk kez, Kürdistan’da oluşan özerk yönetim sayesinde haklarına kavuştular. Bugün Güney Kürdistan’da Türkmenlerin okulları, televizyonları, siyasi partileri, dernekleri var. İlk kez kimlikleriyle seçimlere katılıyor, yerel meclislerde ve merkezi parlamentoda temsil ediliyorlar. Kuzey Kürdistan ve Türkiye sınırları içindeki 20 milyonu aşkın Kürt bu hakların hiçbirine sahip değiller.
Türkmenler de bunun farkında. Onların çıkarlarıyla Türkiye’nin militarist, ırkçı, yayılmacı, Kürt düşmanı rejiminin çıkarları ve hesapları hiç de çakışmıyor. Türkmenlerin çoğu Kürtlerle dostlar ve onlarla çatışmak için bir neden görmüyorlar.
Türkiye’deki yönetim Türkmenlerin sayısına ilişkin olarak geçtiğimiz yıllarda çok abartılı iddialarda bulundu. 2,5-3 milyonluk Türkmen nüfusundan söz etti, hatta bunu aşan rakamlar verdi. O zaman, ortalığı velveleye vermeye gerek yok, nasıl olsa nüfus sayımı ve seçimler olacak, herkesin saçı önüne dökülecek, gücü belli olacak; Türkmenler de nüfusları oranında parlamentoya ve yerel meclislere temsilcilerini sokacaklar, demiştik. Nitekim, bir değil, iki seçim oldu, herkesin gerçek gücü de anlaşıldı. Türkiye güdümlü Türkmen Cephesi ilk seçimde 3 milletvekili çıkarmıştı, son seçimde bu bire indi! Bunun dışında bazı Türkmen milletvekilleri Kürtlerin ve Şiilerin listesinden seçildiler..
Türk yönetimi buna rağmen, Güney Kürdistan’da istikrarsızlık yaratmak ve demokratik süreci, örneğin Kerkük’le ilgili referandumu sabote etmek için Türkmen kartını kullanma çabasından vazgeçmiş değil. Türkmen Cephesi içindeki Denktaş benzeri adamlar eliyle kışkırtmalarını sürdürüyor. Adından başka “cephe” ile hiçbir ilgisi bulunmayan bu örgütün yenilmeye doymayan başkanı geçenlerde, Kerkük’te referandum yaptırmayacağız diye tehditler savurdu.
Besbelli bu adamlar ortalığı karıştırıp, Kerkük, Musul gibi merkezlerde terörü yoğunlaştırıp, Türkiye’nin müdahalesi için koşullar yaratmaya çalışıyorlar. Elbet, Amerika bölgede oldukça ve buna onay vermedikçe Türkiye’nin böyle bir maceraya girişmesi beklenemez. Bu nedenle Türk yönetimi Kerkük konusunda bir yandan Şii Arapları ikna edip referandumdan caydırmaya çalışırken, bir yandan da referandumu engellemek, en azından uzak bir tarihe erteleyip zaman kazanmak için ABD’yi iknaya çalışıyor. Bunu, Lübnan olayında olduğu gibi, ABD’nin bölgedeki politikalarına destek vermek için pazarlık konusu yapıyor.
Öte yandan Türkiye, Kerkük konusunda referandum olacaksa, bu yalnız Kerkük’te değil, Irak çapında olmalı türünden gülünç bir öneri de yapıyor. Peki aynı şeyi Türkiye örneğin Kıbrıs’ta kabul edebilir mi? Yani Kıbrıs’ın siyasal statüsünün belirlenmesini adanın tamamında yapılacak bir halk oylamasının sonucuna bırakmayı kabul edebilir mi?
Kerkük konusundaki bu çabalar da gösteriyor ki, Kürt sorununu demokratik ve barışçı yöntemlerle çözemeyen Türkiye, bu soruna tutsak olmuştur. Sınırların öbür tarafında ve federal, hatta otonom biçimde de olsa, bir Kürt devleti korkusu bu bayların uykusunu kaçırıyor. Bunu önleyemeyince bu kez, “Kerkük federe Kürdistan’ın dışında kalsın, petrol Kürtlerin olmasın!” diyorlar..
Bu Kürt halkına karşı ne açık, ne pervasız düşmanlık! Hani biz kardeştik, et ve tırnak gibiydik?.. Bizim ülkemizde çıkan petrolü bile bize yasaklamak nasıl bir tavır?.
Bu çağdışı ve ilkel bir anlayış. Bu politikanın geleceği yoktur.
0 Comments:
Een reactie posten
<< Home