donderdag, september 14, 2006

Kana Dayalı Sınırlar: Daha İyi Bir Ortadoğu Nasıl Olabilir?

Peter Ralph
— Peter Ralph Silahlı Kuvvetler Dergisinin (ABD’nin) Haziran sayısında yayınlanan bir makalesinde, Ortadoğu’da sınırların değiştirilmesi gerektiğini ve yeni sınırlar ile ilgili bir teklifte bulunuyor. Mele Bawer makalen’in önemli kısmını Türkçeye çevirmiştir. Bize göre önemli olan bir konu çevrilmemiş. Peter Ralph Suudi Ararbistan Krallığının Mekke ve Medine üzerindeki hakimiyetinin kaldırılmasını teklif ediyor ve Suudi Karallığı yerine İslam aleminin dönüşümlü olarak Kutsal Topraklardaki devleti yönetmesini tartışmaya açıyor. Peter Ralph’ın Özgür Kürdistan’ın kuzey sınırları oldukça eksiktir. Peter Ralph Diyarbekir ötesini Kürdistan’ın güneyi ve doğusu ile birleştirme teklifinde bulunuyor. Peter Ralph, hangi sebep ve kaygılardan dolayı daraltılmış Kürdistan’ı uygun görüyor açık değil. Ama makalenin böylesi bir tartışmayı başlatması açısından önemi vardır ve onun için de Mele Bawer’in tercüme ettiği biçimi ve eklediklerimiz ile yayınlıyoruz.
-----------------------------------------------------
Mamoste Bawer'in tercüme ettiği kısmın başlangıcı >>
Kana Dayalı Sınırlar: Daha İyi Bir Ortadoğu Nasıl Olabilir?
AFJ - By Ralph Peters
Çeviri: Mamosta Bawer
Uluslar arası sınırlar hiçbir zaman bütünüyle adil olmamıştır. Ancak zorla bir arada veya ayrı tutulan birbirine komşu halkların yaşadıkları adaletsizliğin ölçüsünde büyük bir farklılık vardır. Bu farklılık özgürlük ile baskı, hoşgörü ile zulüm, hukuk ile terörizm yada hatta savaş ve barış arasında bile olabilir.
Dünyadaki en keyfi ve çarpık sınırlar Afrika’daki ve Ortadoğu’daki sınırlardır. (Kendi sınırlarını belirlerken komşularıyla fazlasıyla sorun yaşayan) Avrupalıların bencil çıkarlarına göre çizilen Afrika’nın sınırları milyonlarca yerlinin ölmesine zemin hazırlayan kışkırtıcılık görevini yerine getirmeyi sürdürmektedir. Fakat - Churchill’den miras alınan - Ortadoğu’daki sınırlar yereli aşan uluslar arası düzeyde sorunlara neden olabilmektedir.
Ortadoğu’daki problemler sadece sınır anlaşmazlıklarıyla sınırlı değildir, kültürel durgunluk, utanç düzeyindeki eşitsizlikten, ölümcül İslami fundamentalizme kadar bir dizi sorun... Bölgedeki kapsamlı sorunu anlamaya çalışmanın önündeki en büyük tabu İslam değil, daha çok bizim diplomatlarımızın tapındığı saçma -ancak- dokunulmaz uluslar arası sınırlarıdır.
Tabii ki, katı bir sınır adaleti Ortadoğu’daki her azınlığı mutlu etmez. Bazı yerlerde, etnik ve dini gruplar iç içe geçmişler ve birbirleriyle evlenmişlerdir. Başka yerlerde ise, kana veya inanca dayalı birleşmeler grup üyelerini umdukları kadar mutlu etmemiştir. Bu makaleye eşlik eden haritada gösterilen sınırlar Kürtler, Beluciler ve Arap Şiileri gibi en çok ‘kandırılan’ nüfus gruplarının maruz kaldıkları haksızlıkları tanzim eder. Ama yine de, Ortadoğu’daki Hıristiyanların, Bahailerin, İsmaililerin, Nakşilerin ve daha birçok sayısal olarak küçük azınlığın uğradığı haksızlığı telafi etmez. Ve unutulması güç bir hata hiçbir zaman toprak ödülüyle telafi edilemez: Yıkılan Osmanlı Devletinin Ermenilere karşı uyguladığı jenosit gibi.
Buna karşın, böyle devasa sınır revizyonları olmadıkça burada sınırların neden olduğu adaletsizlikler sürüncemede kaldığından, hiçbir zaman daha barışçıl bir Ortadoğu görmeyeceğiz.
Sınırların değişmemesi gerektiğini ilan ederek ‘düşünülmeyeni düşünmeyi’ reddedenlerin ve dediği dedik olanların yüzyıllardır durmaksızın sınırların değiştiğini unutmamaları gerekir. Sınırlar hiçbir zaman sabit olmamıştır bir çok hudut Kongo’dan Kosova’ya, Kafkaslara kadar şimdi bile değişmektedir
Ve 5 bin yıllık tarihten gelen öteki küçük kirli sırrımız: Etnik temizlik varlığını sürdürüyor.
Amerikalı okurlar için en hassas sınır sorunuyla başlayalım: İsrail’in komşularıyla makul bir barış içinde yaşayabilme umuduna sahip olması için, yasal güvenlik sorunlarından dolayı zorunlu yerel düzenlemelerle, 1967 sınırları öncesine dönmesi gerekecektir. Ancak binlerce yıldır kanla lekelenmiş bir şehir olan, Kudüs’ü çevreleyen teritoryal sorun, bizim ömrümüzü aşan bir inatçılıkla sürebilir.
Balkan Dağları ve Himalayalar arasında en çok göze çarpan toprak adaletsizliklerinden biri bağımsız bir Kürt devletinin olmamasıdır. Ortadoğu’da bitişik bölgelerde yaklaşık 27 ile 36 milyon arasında yaşayan bir Kürt nüfusu bulunmaktadır. (Kişi sayısı kesin değildir çünkü hiçbir devlet daha önce Kürtlerin nüfus sayımına izin vermemiştir.) Şimdiki Irak nüfusundan daha fazla, daha düşük düzeydeki bir nüfus bile Kürtleri, devleti olmayan dünyanın en büyük etnik grubu yapar. Daha kötüsü, Kürtler Xenophon’dan beri yaşadıkları dağlarda ve düzlüklerde kontrolü ele geçiren her yönetim tarafından baskıya maruz kalmışlardır.
ABD ve koalisyon ortakları Bağdat’ın düşüşünden sonra bu adaletsizliği düzeltmek için müthiş bir şans elde ettiler. Bir devletin Frankenstein’ı birbirine uymayan üç parçayı birleştirmişti. Irak’ın hemen üç küçük devlete bölünmüş olması gerekiyordu. Iraklı Kürtlere kabadayılık yapıp yeni Irak Hükümetini desteklemelerini sağlayıp, vizyon eksikliğinden ve korkaklıktan Irak’ı bölmeyi başaramadık ki Kürtler iyi niyetimiz karşılığında gönüllü bir şekilde yeni yönetime katılmaktadırlar. Ama halk oylamasına gidilseydi, hata yapılmayacaktı: Iraklı Kürtlerin %100’ü bağımsızlık için oy verecekti.
Uzun zamandır sert askeri baskılara maruz kalan ve yıllarca ‘Dağ Türkleri’ olarak adlandırılan, Türkiye’deki Kürtlerin kimliği yok olma aşamasındadır. Ankara’nın ellerindeki Kürtlerin durumu son on yılda her ne kadar önemli ölçüde düzelmişse de, baskı son zamanlarda tekrar yoğunlaşmış ve Türkiye’nin beşte birinin yani Doğu’sunun işgal altındaki topraklar olarak görülmesi gerekir. Suriye ve İran’daki Kürtler de, eğer güçleri yeterse, bağımsızlıklarını ilan edeceklerini söylüyorlar. Sırası gelmişken, Diyarbakır’dan Tebriz’e uzanan özgür bir Kürdistan, Bulgaristan ve Japonya arasındaki en Batılı devlet olacaktı.
Sınırları kırılgan olan İran, topraklarının çoğunu Birleşik Azerbaycan, Özgür Kürdistan, Arap Şii Devleti ve Belucistan arasında tahsis etmek zorunda kalacaktı. Ancak Farslarla tarihsel ve dilsel yakınlığı bulunan bir bölgeyi yani şimdiki Afganistan’daki Herat’ı ve çevresindeki vilayetleri topraklarına katacaktı. Sonuç itibariyle İran yine de etnik Fars devleti olacaktı. Ancak önemli bir sorunla karşılaşacaktı: Bandar Abbas limanını koruyacak ya da Arap Şii devletine teslim edecekti.
Her durumda, varsayıma dayalı çizilen bu sınırlar etnik yakınlığı ve dini komünalizmi yansıtır yada bazı durumlarda her ikisini. Elbette, sihirli bir değnek sallayarak sınırları değiştirebilseydik, tabii ki seçici davranırdık.
Halkların iradelerini yansıtan sınır değişikleri imkansız olabilir; şimdilik... Ama belirli bir zamanda -ve kaçınılmaz katliamlarla- yeni ve doğal sınırlar belirecek. Babil sadece bir kez yıkılmamıştır.
Bu arada, üniformalı erkek ve kadınlarımız terörizmden korunmak için savaşmayı sürdüreceklerdir. Çünkü demokrasi ve bölgedeki petrol kaynaklarını denetlemek için savaşılacaktır.
Daha büyük Ortadoğu sınırları doğal kan ve inanç bağlarını yansıtmak üzere değiştirilemezse, bunu bir kader meselesi olarak değerlendireceğiz ve bölgedeki kanlı savaşların bir parçası olmayı sürdüreceğiz.
Çevirenin notu: Makale, tümüyle olmasa bile önemli bölümleri itibariyle özetlenerek çevrildi. Makalenin İngilizce’sini http://www.armedforcesjournal.com/2006/06/1833899linkine tıklayarak okuyabilirsiniz.
Mamoste Bawer'in tercüme ettiği kısmın sonu <<-----------------------------------------------------
Peter Ralph'e göre,
KAZANALAR VE KAYBEDENLER
Kazananlar
Afganistan
Şii Arab Devleti
Ernenistan
Azerbaycan
Özgür Belucistan
Özgür Kurdistan
Iran
Kutsal Islami Devlet
Ürdün
Lübnan
Yemen
Kaybedenler
Afganistan
Iran
Iraq
Israil
Kuweyt
Pakistan
Qatar
Suudi Arabistan
Suriye
Türkiy e
Birleşik Arap Emirlikleri
Batı Şeria