vrijdag, november 03, 2006

Yeni bir asimilasyon ve soykırım dalgası kapıda iken!..

Yeni bir asimilasyon ve soykırım dalgası kapıda iken!..
Munzur Çem
Sanıyorum, okuyucu „Çağdaş Yaşamı Detekleme Derneğı“ isminde „Atatürkçü“ kuruluşa yabancı değil. „Derin Devlete“ bağlı olduğu konusunda hiç kuşku duymadığım dernek, gerçek bir misyonerlik kuruluşudur. Görevi, „çağdaş yaşamı destekleme“ adı altında, Kürt toplumu içerisinde, derin devletçe öngörülen adımları atmaktır. Asimilasyon, doğum kontrolü ve benzeri yöntemlerle Kürt nüfusu azaltmak, resmi ideoloji doğrultusunda beyin yıkama çalışmaları yapmak, ilgilendiği ana konulardır. Dernek yöneticilerinin giysileri sivil olsa da beyinleri ırkçı-militaristtir. Diğer bir deyişle sivil giysiler giydirilmiş bir mehmetçik kuruluşudur dernek.
Derneğin başında, „Ben bir Atatürk kızıyım“ diye övünen ve prof. unvanı taşıyan Türkan Saylan adında bir hatun var. Geçtiğimiz günlerde, bu hatuna ait ilginç bir mektup ortaya çıktı. Eski genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök`e yazılmış olan mektubun kısaltılmışı gazeteci Meral Tamer tarafından Milliyet`te yayınlandı. Aynı gazetecinin belirttiğine göre, mektubun bir benzeri, yakında yeni Genelkrumay Başkanına da yollanacakmış.
Prof. Dr. Saylan ve ülküdaşları, faaliyetlerini çağadaş yaşam adı altında yürütüyorlar. Ama bunlar öyle bir „çağdaş yaşam“ anlayışçılarıdır ki eğitimi ve sosyal alan projelerini bile subaylara, yedek subaylara ve asker eşlerine; yani orduya havale ediyorlar. Belediyeler, sivil toplum örgütleri, demokratik çevreler, insan hakları kuruluşları ise doğal olarak yoklar işin içinde. Bu yüzden de Prof. Saylan’ın kaleme sarılıp arzuhalini „komutanına“ yazmış olması çok doğaldır. Asıl başka türlü hareket etseydi, şaşırmamız gerekirdi.
Ama böyle yapıyor diye, bu Kürt düsmanı ırkçı hatuna kızmaya da hakkımız yok. Kemalist bir misyoner ya da devşirme gönüllüsü olarak görevini yerine getirmeye çalışıyor o. „Atatürk`ün kızı`ndan başka türlü nasıl davranmasını bekleyebilirsiniz?
Kanımca bu işte asıl sorgulanması gerekenler biz, yani kendimiz olmalıyız.
Son günlerde, militarist başlar tarafından dile getirilen kimi istemler de göz önüne alındığında; artan baskı ve teröre, halkımıza yönelik büyük bir soykırımın provası niteliğindeki linç gösterilerine ek olarak yeni ve kapsamlı bir asimilasyon dalgasının daha kapıda olduğunu söyleyebiliriz. Peki, sadece dilimize, kültürümüze, kimliğimize ve tarihimize değil, öteki bütün özgürlüklerimize ve fiziki varlığımıza yönelmiş tüm bu oyun ve komploları boşa çıkartabilmek için gerekli duyarlılığı gösterebiliyor muyuz? Katı dar kalıpçı alışkanlıkları aşıp hiç değilse her kese ait olan dili, kültürü ve kimliği koruma mücadelesinde, yaşama hakkının korunması için için en geniş çerçevede bir araya gelebiliyor muyuz? Bir araya gelip sorunlarımızı tartışabiliyor, ortak paydalar üzerinde birlikte çalışabiliyor muyuz? Kin ve düşmanlığı körükleyan ırkçı-faşist odakların karşısına, yan yana ya da birlikte yaşadığımız halklarla birlikte bir barış ve kardeşlik cephesi şeklinde dikilebiliyor muyuz?
Yapamadığımız ortada. Harcanan kimi çabaları, yapılan işleri küçümsemek istemem ama bütün bunların istenen düzeyin çok gerisinde oldukları tartışma götürmez. Yukarıda değinilen zaafların aşılması halinde, bu gün yapılanların kat kat fazlasının yapılabileceğine inananlardanım. Nedeni ne olursa olsun, adım adım tarihinin en büyük katlimına doğru sürüklenen bir halkın yurtsever ve demokratik kesimlerinin asgari müştereklerde buluşmaması, en sıkı biçimde el ele vermemesi, geleceğin affedemeyeceği bir hata olur.
Bu da, elbet 25-30 yıl öncesinin anlayışı ile, o dönemden kalma örgütlenme modelleri ve çalışma yöntemleriyle olacak şey değil. Kürt yurtsever hareketinin bu yönlerden ciddi bir değişim ve yenilenmeye gereksinmesi var. Politik tutuculuğun, basmakalıpçılığın aşılmasının çok zor olduğu bilinmeyen bir şey değil ama bu kabuğun kırılması ve yeni bir filizlenmenin ortaya çıkması için de cesur ve kararlı adımlar atmaktan başka çare yok. Örgütlü, örgütsüz her yurtseverin üzerinde durması ve kafa yorması gereken bir noktadır bu.
Şimdi gelelim Prof. Dr. Saylan`ın sözkonusu mektubuna. Genelkurmay eski Başkanı`na yazılan mektubun 2 Eylül tarihli Milliyet`te yayınlanan özeti şöyle*:
„(...) Sayın Komutanım, size yazma nedenim, ordumuzla farklı projeler yapmak, ya da yapılmasını önermek..
(...) Nasıl ki uluslararası ve ulusal şirketler, toplumsal sosyal sorumluluk projeleri yapıyorsa, ordumuz da var olan temel görevlerinin yanında, Türkiye`de çağdaş eğitimi geliştirmek için Milli Eğitim`le, alanı iyi bilen çağdaş valiler ve kaymakamlarla kendi gücünü genele yayacak projeler üretebilir, uygulayabilir.
Kanımca terörle mücadelenin bir çözümü de, kırsal alanda her yöne çekilmeye hazır, kontrolsüz yürüyen insanlarımızın gerçek yurttaşlar olabilmeleri, iyi ve doğru bir eğitim alarak, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayabilmelerinin sağlanmasında yatıyor.
Mehmetçik dershanelerini her yerde açarak çocuklarımızın yararına sunmalı, buralarda eğitimin yanında, gerçek rehberliğe önem verebilmeliyiz.
Ayrıca ordu mensuplarımız Anadolu`daki okulların tüm boş derslerine öğretmen sağlayarak, derslerin boş geçmesinin ya da farklı branş öğretmenleriyle doldurulmasının önüne geçebilirler.
Yedek subaylık süresince, dileyenlerin kısa bir talim ve eğitimden sonra vatani görevlerini bir dönem olduğu gibi asker öğretmen olarak yapmaları, Türkiye`mize inanılmaz bir çağdaş öğretmen potansiyali sağlayabilir.
(...)
Şu an bir çok il, yeni atanan askerlerin eşlerini bekliyor, öğretmen açıklarını kapatmak için. Geçmişte başarıyla uygulanmış „Asker Ögretmen“ ve „Mehmetçik Derşaneleri“ projelerini genel bir sosyal sorumluluk eylemine dönüştürmek, kanımca geleceğimize en önemli artı değeri katacaktır.
Sayın Komutanım, sizinle içtenlikle paylaşmak istediğim bir başka gözlemim de, asker eşlerdir. En üstten en alta kadar asker eşlerinin Türkiye`nin sosyal ve eğitsel boyutuna, kadınların eşitlenmesine, üretime katılmasına katkıları, inanılmaz verimlilikte bir büyük proje olabilir.
Biliyorum, hanımefendiler topluma çok ciddi ve anlamlı katkılarda bulunuyorlar. Ancak, acaba kendilerindeki gizli gücü, bilgi ve beceriyi topluma yeterince sunabiliyorlar mı?
Biliyorum, konumları buna uygun değil denecek. Oysa bir devrimsel atılım gerekiyor.
(...) Asker eşleri kendi aralarında toplanacaklarına veliler, öğretmenler, gernç kızlar, muhtarlar gibi etkin olması, çağdsaş olması gereken kesimlerle ve halkla birlikte olabilseler, hem kendilerini yaratıcı kılar hem de harika rol modeli olurlar.
Projenin adı „Türkiye Cumhuriyeti Asker Eşleri Sosyal Kalkınma Projesi“ olabilir.„
*Metindeki siyahlar bana ait.Kürdistan şu anda yarı otonomi gibi, Kürtler sakin. Bu sınrların genisletilmesi halinde Türkler rahatsız olacak. Ayrıca petrol ve Kerkük sorunu da öne çıkacak. Bunun için farklı bir vizyon var mı?

Kürtler sürekli bir biçimde, bıçak sırtında bir siyaset yürütüyorlar. Türkiye “Yarı federasyon” olgusundan bile rahatsız ve sürekli Kürtleri tehdit ediyor. Kerkük konusunda Türklerin açıktan tehdidi var. Türkler Kerkük’te istikrarın bozulması için oradaki Türkmenleri kullanıyorlar. Kürtler ise Irak Anayasasına dayanarak 2007 yılında Kerkük’te, Kerkük'ün kaderini belirleyecek referandumun yapılmasını istiyorlar. Türkiye, İran ve Suriye referandum sonucunda, Kerkük'ün Kürdistan hükümetine bağlanacağını bildikleri için referanduma karşı çıkıyorlar. Buna karşın Kürt önderliği, referndumun koşulsuz gerçekleşmesini istiyor.
Kürt önderliği Kerkük’te yaşayan diğer halkların varlığını inkar etmiyor ve Kerkük'ün barış içinde kardeşce yönetimi için, onlarla işbirliğine hazır. Zaten şu anda yönetimde de Kardeşlik Listesi, yani Kürtler, Türkmenler, Asuriler ve Araplar var.

-Kerkük'te hangi güçler çoğunlukta?
Bizce Kürtler çoğunlukta. Kerkük nüfusunun %52'den fazlası Kürt, %35'i Türkmen geri kalanlar ise Araplar ve Asuriler. Bu rakamlar şu anki durum için geçerli. Saddam rejimi döneminde zorla Kerkük’ten çıkartılan Kürtler geri dönerlerse ve Kerkük’e yerleştirilen Araplar da geri gönderilirlerse –ki, zaten şu anki Anayasa da bunu gerektiriyor- o zaman Kürtlerin nüfusu daha çok artar. Bunun tespiti için 6 ay beklemek gerekecek. 2007 yılı ortasında yapılacak olan nüfus sayımı sonucunda kimlerin doğru söylediği ortaya çıkacak. Gerçek o zaman açığa çıkacak. Handikap zaten yaşanıyor. Türkler, Araplar, İran ve Suriye Kürtlerin varlığını kabul etmedikleri için bu sorun yaşanıyor. Varlığımız eğer kabul edilmiş olsaydı, bu sorun olmazdı. Kerkük sorunu sadece petrol sorunu değil. Bu, bir onur sorunudur. Kürtlerin petrol sorunu yok. Musul’da, Maxmur’da, Xanekin’de v.b. yerlerde petrol var. Kürtler bunu öne sürmüyorlar. Ama Kerkük Kürtler için bir onur sorunudur.
Kürtler komşu ülkeleri anlamakta zorluk çekiyor. Özgür bir ülke ile iyi ilişkiler kurulmasından neden rahatsızlar bunu anlamakta zorluk çekiyorlar.


Kürdistan sorunu, ulusal bir sorundur. Toprak sorunudur. Bagimsizlik sorunudur. „Kürt sorunu“ savunucularinin karsi ciktigi meselede budur. Onlar, Türk egemenlik sisteminin „Devletin ülkesi ve milletiyle b?lünmez bütünlügünün“ resmi yaklasimin savunuculari olduklarindan, Kürdistan sorununu, toprak, bagimsizlik sorunu olmaktan cikarip bireysel haklar düzeyine indirgeyerek, bununda merkezi devlet düzeninde boy verecek demokrasi ile saglanacagi yaklasimlariyla Türk egemenlik sisteminin degirmenine ha bire „kardeslik“, „dostluk“ adina su tasimaktadirlar.