Adriyatik’ten Çin Seddine konuşulan ‘Türkçe’ (Mewla Benavî )
Türkler fiili olarak ‘Turki’likten vazgeçmiş bulunuyor. Ama yalan tarihin tamir edilemezliği, onları eski yalana sarılmak zorunda bırakıyor. Orta Asya Milletlerinin Türk olduğunu ve Türkçe konuştuklarını söylüyorlar. Sovyetler Birliğinin yıkılması sonrasında ’Turki Cumhurriyetleri’ toplantıları düzenleniyordu. Bu işin öncüsü de bir Rom devşirmesi olan Alparslan Türkeşti ve toplantılarda kullanılan dil Rusçaydı. Ama ’Çılgın Türk’ hala Asya’da Türkçe konuşuluyor diyor. Adriatic denizinden Çin seddine en çok ’Türkçe’ olan dilleri burada dinleyebilirsiniz.
Yalan tarihin ’Adriatic-Çin Seddini’nin, tarih ve gerçek ile ilgisi yok. Rusya’nın genişlmesine karşı kurulmuş startejinin bir parçasıydı. Sovyetler Birliğnin yıkılmasından sonra Türkler’in emperyal hayallerine dönüştü. Adriaticten öteye Macaristan ve ’Viyana kapıları’ var. Ama Türk’lerin emperyal hayalleri oraya varacak kadar gelişmemiş. 16 yalan Türk devletinden bir tanesi de, Hun devletiydi. Fakat ’Metal Fırtınalar’ yaratan ’Çılgın Türk’, Hun devletini, olmayan ’Kuzey Kıbrıs devleti’ ile değiştirdi. 16’lık listenin eski versiyonlarında Hun Devleti de ‘16 Türk devlet’ten biriydi. Kıbrıs’ın kuzeyi işgal edildikten sonra, Hun’lar Türk olmaktan çıktı ve yerine Kıbrısın kuzeyi Türk oldu.
Türklerin Orta Asya’ya ilgileri tarihi, etnik ve kültürel nedenlerden dolayı değil. Tamamen emperyal hayallerin ürünüdür. Önce Rusya ve daha sonra biraz aynı anlama gelen komunizme karşı mücadele için oluşturulan ‘Turkilik’, Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra, ‘zayıf’ gördükleri Orta Asya’yı sömürgeleştirme hevesidir. Taşeron görevini vermeyen Batı’ya sinirlenen Türkler, Orta Asya’nın birkaç devletinde askeri darbe yapmaya kalkıştılar ve hepsinde de yenildiler. Adamları öldürüldü veya yakalanıp teslim edildi.
Taşeronluk görevini alamayan Türkler, Kürtler’in ürettikleri tekstil ile Adriyatik – Çin Seddini fethetmeye kalkıştılar. Oysa ne Orta Asya sandıkları gibi zayıf, ne de sahipsizdi. Rusyayı saymazsak bile, ABD ve Batı’nın Türkleri taşeron olarak tutmaması, o bölgeye ilgilerinin olmadığı anlamına gelmiyor. Nitekim Karadenizin kuzeyi ve Orta Asya’da demokratik bir hareket gelişti, gelişiyor ve Türkler demokratik harekete düşmanlık besliyor.
Orta Asya ülkeleri —Azerbaycan Şedadi Kürt devletinin kurulduğu yerdir. Ama en çok homojen ülkelerden biri sayılıyor. Oysa Azerbaycan’da büyük bir Kürt nüfusu vardır. Stalin döneminde Azeri yöneticilerin baskısına maruz kalan Kürtlerin büyük bir kısmı asimile oldular ya da etnik kökenlerini inkar etmek zorunda kaldılar. Aliyev ailesi Kürt’tür— oldukça kozmopolit ve multi kulturel. Her ülkede değişik etnik guruplar ve diller vardır. Milletler etnik özelliklerinden dolayı baskı altında değil. Kazakistan’da okullarda onlarca değişik dilde eğitim yapılıyor, diğer ülkelerde de değişik dillerde eğitim veren okullar vardır.
Orta Asya’da konuşulan diller Türkçe değil. Eğer Türkiye de konuşulan ’uydurukça’nın Asya ile bir bağlantısı olsa, Türkçe’nin eski olana, kadim olana tabii olması gereklidir. Tersi olmaz. Mesela İngilizceye Amerikanca denmiyor, öyle demek yanlıştır da. Tersine, Amerika da konuşulan dile İngilizce denir. Fakat Türkiye de konuşulan ’kurbağaca’nın Asya ile bir ilişkisi yok. Tamamen yenidir ve oturup yapmışlar.
Daha önce Taha Akyol yazmıştı ve birkaç gün önce de Can Dündar, İsveç kralının Ankara ziyaretinde yaşanan maskaralıkları yazdı.. Atatürk karşılama töreninde bir konuşma yapıyor ve tamamen uyduruk bir dil ile konuşuyor. Atatürk dahil dünyada Atatürk’ün konuşmasını anlayan tek insan yok. Tekst, İngilizceye çevrildiği için İsveç Kralı ve beraberindeki heyet anlıyor.
Şidmiki Türkçe, Atatürk’ün o zaman yaptığı konuşmadan çok daha fazla uydurukçadır. Ama artık herşey uyduruk olduğu için kimse neyin uyduruk neyin uyduruk olmadığını anlamıyor.
Bugünkü Türkçenin Orta Asya’da konuşulan ve ’turki’ diye tabir edilen dillerin ortak kelimeleri, Türklerin başka dillerden çaldıkları ve ’turki’ dillere yabancı dillerden karışan kelimelerdir. Azeri ve Türkmence’yi Türkçe konuşanlar için ’anlaşılır gibi’ kılan da bu özelliktir.
Osmanlıca örnekleri dinlemek olanağı olmuş olsaydı, Türkçe’nin geçmiş ile bağsızlığı daha rahat anlaşılırdı. Türkler, Osmanlıcayı öldürdükleri için, Osmanlı zamanına ait konuşmaları elde etmek olanağı kalmamıştır. Osmanlıca tekstleri okuyabilecek insanların sayısı da oldukça azdır ve ne yazık ki şimdilik Osmanlıca ile Türkçe konuşmalarını karşılaştırma olanağına sahip değiliz.
Fakat Osmanlıca’nın Türkler için Arapça, Farsça ve hatta belki İngilizceden daha yabancı bir dil olduğunu söylemek yanlış olmaz.
TÜRKLER’İN, TÜRKÇEDİR DEDİKLERİ DİLLERDE YAPILAN KONUŞMA ÖRNEKLERİNİ DİNLEMEK İÇİN BURAYI TIKLAYIN
Konuşma bu dillerde yapılıyor: Azeri, Turkmen, Kırgız, Kazak, Özbek, Tatar - Başkir, Tacik ve Mongolistan’da konuşulan Khalkha.
------------------------------------------------------Can Dündar ve Taha Akyol'un, Atatürk'ün yaptığı konuşma ile ilgili yazılarını, aşağıda okuyabilirsiniz. Yazarlar İsveç Kralı'nın Türkiye ziyareti ile ilgili farklı tarih veriyorlar ama aynı ziyaretten söz ediyorlar.------------------------------------------------------
------------------------------------------------------
Can Dündar'ın 30-05-2006 te Milliyet gazetsindeki yazısı
------------------------------------------------------
Kral ve biz
Dün Ankara'ya gelen İsveç Kralı 16. Gustav'ın dedesi Gustav Adolf, 72 yıl önce, henüz veliahtken ziyaret etmişti Türkiye'yi...1934 Ekim'iydi.Veliaht Prens, eşi Prenses Louise ve çocuklarıyla birlikte trenle Ankara'ya geldi. Askeri nişanlarla süslü üniforma giyen Prens'i, istasyonda Atatürk sade bir takım elbiseyle karşıladı.Prensle gelen İsveçli bir gazeteci ilk Ankara izlenimini şöyle yazdı:"Bu uyumsuz ve düzensiz giriş, her şeye benzeyebilir, ama büyük bir imparatorluğun başkenti olamaz. Ağaçlı geniş yolların sağında fonksiyonalist tarzda yapılmış evler ve alabildiğine geniş alanlar, kentin müthiş bir şekilde büyüyeceği düşüncesinden hareketle tasarlanmış. Ancak, büyük numara elbiseler tam ölçüye girinceye dek üzerinizde güzel durmuyor". (Kaj Falkman, "Türkiye-Uç Beyi", Cem, 2001)***Atatürk, Ankara'yı, "yarının büyük başkenti" vizyonuyla kuruyordu. O günlerde gündeminde ağırlıkla iki konu vardı:Müzik ve dil..."Özünü halk müziğinden alan çok sesli bir musiki" yaratma peşindeydi. Bunun için denemeler yaptırıyor ve gelen yabancı konuklara bu denemeleri gururla sergiliyordu.O yılın haziranında gelen İran Şahı için Adnan Saygun'a "Özsoy" operasını besteletmişti.3 ay sonra gelen İsveçli konuğunun elçilikte verdiği davete 60 kişilik Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nı gönderdi.Veliaht Prens gittikten birkaç hafta sonra Meclis'te o gün dinlenen müziği "yüz ağartacak değerde olmaktan uzak" olarak niteleyecekti.Bu konuşmanın ardından, radyolarda Türk müziği yasaklandı.***Dil işine gelince...Veliaht Prens, dil inkılabının en ateşli döneminde geldi Türkiye'ye...Atatürk, Türkçeyi yabancı etkilerden kurtarabilmek ve kökleriyle buluşturabilmek için çalışıyor, adeta yepyeni bir Türkçe yaratıyordu.Prens Gustav Adolf'le Fransızca konuştu ama Çankaya'daki ziyafette kullandığı "arı Türkçe", Türk dinleyicilere de Fransızca kadar yabancı geldi.İşte Atatürk'ün o konuşmasından birkaç paragraf:"Altes Ruayal,Bu gece ulu konuklarımıza, Türkiye'ye uğur getirdiklerini söylerken, duygum tükel özgü bir kıvançtır.Avrupa'nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar. Onlar bugün, en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar:Baysal utkusu...Altes Ruayal,75. doğum yılında oğuz babanız, bütün acunda saygılı bir sevginin söyüncü ile çevrelendi. Genlık, baysal içinde erk sürmenin gücü işte bundadır.Ünlü babanız, yüksek Kralınız Beşinci Güstav'ın gönenci için en ısı dileklerimi sunarken tüzün İsveç ulusunun gönencine içiyorum."***Atatürk'ün "arı dil arayışı", İsveçli konuğu için yaptığı bu konuşmayla doruk noktasına vardı ve noktalandı.Radyoda Türkçe müzik yasağı ise 8 ay sürdü ve kaldırıldı.Şimdi 72 yıl sonra başkente "birkaç numara küçük" gelen o düzensiz girişte, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın karşısında yer alan Gençlik Parkı'nda Türk abazanları, "İlik bunlar ilik" nidaları eşliğinde Norveçli bayan voleybolcuları dikizliyor.Bakalım Kral Gustav'ın torunu, nasıl izlenimlerle ayrılacak Türkiye'den...
------------------------------------------------------
Taha Akyol'un 27-09-2004 Milliyet Gaztesindeki yazısı
------------------------------------------------------
Dil bayramı, Türkçenin dramı
ATATÜRK'ÜN 26 Eylül 1932'de "1. Türk Dil Kurultayı"nı toplamasını her yıl "Dil Bayramı" olarak kutluyoruz. Bu sene de Türk Dil Kurumu (TDK), Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın katıldığı toplantılar düzenledi.1930'ların ilk yarısında "tasfiyecilik" yani yabancı kökenli kelimeleri temizleyerek "arı Türkçe" yaratma politikası uygulanıyordu.İsveç Veliahtı Gustaf Adolf'u 3 Kasım 1932'de Çankaya'da kabul eden Atatürk, bu ziyaretten "tükel üzgü bir kıvanç" duyduğunu anlatıyordu:"Avrupa'nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak, baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar."Konuşma İngilizceye çevrildiği için Gustaf anlamış, ama Türklerin anlaması mümkün müydü? İsmet Paşa defterine "Kimse kimseyi anlamıyor" diye yazıyordu.***ATATÜRK de Falih Rıfkı'ya "Dili bir çıkmaza sokmuşuzdur" diyor, kendisinin kurtaracağını, "dilde ve musikide inkılap olmayacağını" söylüyordu. Devlet radyosunda Türk müziği üzerindeki yasak kalkıyordu. "Güneş Dil" teorisi uydurularak zaten bütün dillerin Türkçeden çıktığı, "tasfiyeciliğe" gerek olmadığı anlatılıyordu.İngiliz Kralı Edward'ın ülkemizi ziyareti konusunda Atatürk, 1 Kasım 1936'da Meclis'i açış nutkunda şöyle konuşuyordu:"Mesut hadiseler olarak, Majeste Sekizinci Edward'ın mütenekkiren ziyaretini ve Montrö Mukavelesi'nin derpiş ettiği vichile tatbika başlandığını zikretmeliyim. Bu ziyaretin milletimizin temayülâtına uygun olarak fiilen inkişaf etmekte olan samimi münasebetlerimizde hayırlı tesirine şüphe yoktur."Bugün gençler maalesef Ata'nın bu iki konuşmasını da anlamazlar! Bizdeki dil faciasının resmidir bu!***FALİH Rıfkı, Atatürk'ü anlamak için en 'sahih' kaynaklardan biridir. Atatürk'ün aşırılıkları deneyerek doğruyu bulduğunu yazar. Atatürk'ün sağduyusu ve pragmatik zekâsı...Kelime ırkçılığının bir kültür kıyımı olduğunu gören Atatürk, artık kelime ayıklayıp kelime uydurmayı bırakarak, doğru bir kararla, 'terimler' üzerinde çalışmaya başlamıştı.Ama Atatürk'ü tarih içinde tecrübelerinin bütünlüğüyle değil, seçilmiş sözlerinden örülü bir 'dogmatizm' olarak anlayanlar, onun 1930'ların ilk yarısındaki konuşmalarına dayanarak "tasfiyeciliği" sürdürdüler; hem de TDK'yı 'kullanmak' suretiyle!Ve Türkçe fakirleşti... Muallim Naci'nin 1891'de basılan "Lügat"inde 25 bin kelime, 1914 basımlı Ali Seyyid'in "Kamus - ı Osmani"sinde 30 bin kelime vardı. TDK ise, Türkçeyi on beş yıl sözlüksüz bıraktıktan sonra, 1945'te ancak "yaklaşık 20 bin kelimelik" bir sözlük yayımlayabildi!***Prof. GEOFREY Lewis İngilizce "Türk Dil Reformu, Felaketli bir Başarı" adlı akademik eserinde, bu "dil mühendisliği" yüzünden yeni Türk nesillerinin Halide Edip, Reşat Nuri gibi Türkçenin büyük ustalarının dilini bile kaybettiğini esefle anlatır. (Oxford University Press)Türk tarihi uzmanı Prof. Christopher Neuman "Amaç Tanzimat, Araç Tarih" adlı kitabında, "bir bakıma ırkçı olan... bir dil politikasına kurban gitmiş Türkçenin makus talihi"ni hüzünle belirtir. (Tarih Vakfı yayını).Bir Fransız rahatça Moliere'i, bir Azeri rahatça Fuzuli'yi okur. Bizim yeni nesillere Ömer Seyfettin 'ağır' geliyor!Bu kültürsüzleşmedir.Cumhurbaşkanı Sayın Sezer, "Büyük Taarruz"a "Büyük Saldırı" demeyi içine sindirebilir mi? Taarruz, tecavüz, hücum; hepsi "saldırı" olup çıktı.Anadolu'yu bin yılda vatanlaştırdığımız gibi, bin yılda fethettiğimiz bütün kelime ve kavramlar bizim milli kültür hazinemizdir. Onlarla dil zenginliğimizi koruyarak, asıl çağın ortaya çıkardığı yeni kavramlara Türkçe karşılık üretmekle uğraşmalıyız.
0 Comments:
Een reactie posten
<< Home